30 Ağustos 2008 Cumartesi

Dollz At Play




Dile gelen Barbieler!

Sahneye çıktıkları andan itibaren gözlerinizi onlardan alamazsınız. Görünüşleriyle iç gıcıklarken müzikleriyle de kitleleri aşka getirirler. Hem seksi hem yetenekli barbieler Dollz at Play mütemadiyen aklımızı başımızdan almaya kararlılar. Xochitl & Bea adında iki bayan Dj’den oluşan Dollz At Play; İspanya’nın tutku dolu topraklarından gelen canlılıkları sayesinde İbiza’nın efsane partilerinden birinde tanıştılar. Elektronik müziğe olan aşklarını beraber paylaşan güzeller ileride bu partilerde sırt sırta çalacaklarını tabi ki bilmiyorlardı.
İbiza’nın demirbaş dj’i Mr.C’nin koruması altına giren djler punk, rock tarzlarını elektro-house’a karıştırırak yeni ve eğlenceli bir sound yarattılar.
2004 senesinin yaz aylarında son zamanlarda yeniden yapılanan bir mekan olan ‘La Morgana’ ve Mr.C’nin underground’daki Supefreg’de çaldılar. ‘Blue Martin’, Cala Jondal ve ‘Space Terrace’daki setleriyle ‘What’s Up’ partisinin kapanışını yaptılar ki bu parti adanın kendinden en çok bahsettiren partilerinden biri oldu. Böylelikle 2005’in ocak ayından itibaren her pazar Londra’daki ‘Superfreg’de çalma imkanı buldular. Yanısıra da Superfreg’in Avrupa’daki organizasyonlarında da yeraldılar. Bir önceki senenin İbiza başarısından sonra orada çalmaya devam ettiler.
‘All Over My Face’, Londra’daki ‘Herbal’ ve ‘Nasty Dirty Sex Music At Ministry Of Sound’ organizasyonlarında yeralmayı hakettiler. İtalya’daki ‘Angels of Love’ ve New York ‘Sullivan Room’daki ‘Matter://form’ tayfasıyla bir çok yerde oldukça başarılı performanslar gerçekleştirdiler.

Yaptıkları açıklamaların genel havasında asla masum olmayan birşeyler var.Sanki tüm performansları uzun süren bir ön sevişme gibi..Kendilerini piyasadaki diğer dj’lerden daha avantajlı bir konumda görüyorlar nihayetinde. Bunun nedeni ise konser esnasında seyircilerin görmek istedikleri gibi bir porte çizebilmeleri.Bu yüzden populer kültürün bir yansıması olmakta güçlük çekmiyorlar.
Dj’lerin hedef kitleyle iletişim içinde olmaları gerektiği görüşündeler. İmaj onlar için herşey.Bu sebepten de müzik yaparken hem eğlendikleri hemde eğlendirdikleri aşikar.
Yaptıkları müziğe kısaca Punk rock, acid house ve Detroit techno’ nun üzerine parfüm sıkılmış ve güzelleştirilmiş yeni bir versiyonuda denebilir. Müzik demek onlar için İbiza demek. İbiza demek ise eğlence, güneş,yasaklı zevkler,kaçış sanatı, ilham ve tabiki de asla susturulamayan turntable demek. Yarattıkları yeni müzik anlayışları, sahnede ki görsel duruşları, performansları esnasında ki video art gösterileri ve bir pop art moda şovundan fırlamışçasına duran bebek kıyafetleriyle Dollz at Play, tüm duyularımıza hitap ediyor.

Cicada


Zıplayıver Çekirge!

Öyle bir grup düşünün ki içinde bir tutam Blondie’nin derinden gelen vokalleri, birazcık New Order’ın 80’ lere ait sampelları ve çokça Daft Punk’ın hipnotik melodileri bulunsun.Grubun ismi de Cicada olarak belirlensin. Bizlerede sadece bu hiperaktif üçlüyü dinlemek kalsın!

2006’da yayımladığı ilk albümleriyle Mixmag, Music Week, DJ magazine, Record Collector ve daha birçok müzik dergisince yere göğe sığdırılamayan Cicada yaptığı başarılı mixlerle adından sıkca söz ettiriyor. Üyeleri Aaron Gilbert, Alex Payne ve eski Gus Gus vokalisti İzlandalı Heidrun Bjornsdottir olan namı değer ‘çekirgeler’ şimdiye dek sayısız remixe imza attılar. Depeche Mode, The Editors, Mish Mash ve 13 Senses’ e yaptıkları mixlerle müzik endüstrisinde patlamalara sebep oldular. Ne zaman rock ağırlıklı bir grup mixe ihtiyaç duyduğunda ilk gidilen adres olan Cicada, çıkarttıkları son albümleri ‘The Things You Say’ de bulunan Electric Blue’, ‘All About You’ ve ‘Cut Right Through’ şarkılarıyla piyasada ki diğer elektronik müzik gruplarına iyi bir rakip olduklarını kanıtladılar.

Jimi Hendrix, Chic, The Pretenders, David Bowie Led Zeppelin, The Kraftwerk, Sugarcubes, The Cocteau Twins ve Quincy Jones gibi çeşitli isimlerden aldıkları ilhamla müziklerini eşsiz bir forma sokan grup, hem rock tarzını benimseyenleri hem de dans müziğini yakından takip edenleri bir kulvarda toplayabilen bir müzikal kaliteye sahip.

Alex ve Aaron’ un kariyerlerinde oldukça deneyimli oldukları çıkardıkları hatırı sayılır orandaki parçaların lezzetinden anlaşılıyor . Her ikisi de müzik yapmaya elektronik dünyasından oldukça uzak başlamalarına rağmen anlaşılan müzik türlerine getirilen sınırlamalardan oldukça sıkılmışlar ve nihayetinde kendi melez türlerini oluşturmuşlar.

Canlı enstrümanlar,old skool analog sintisayzırlar , juno ve drum machine kullandıkları gibi sağlam gitar riffleriyle artı melodik altyapılarıyla Cicada gerçekten kendisine has, bol baharatlı ve başka bir kopyasını görmek şu an için mümkün olmayan türde müzik üretmekle meşguller. Kendileri dahi müzik haritasında yerlerini bulmakta güçlük çektikleri gibi yapıtlarına da anamorfoz gözlükleriyle baktıkları aşikar .

Japonya, Hollanda, Avustralya ve İngiltere’de hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip Cicada üyeleri İndigo’ya da bizleri kendilerine hayran bırakmaya ve oluşturdukları bu yeni akımı daha iyi aktaracaklarından emin olarak gümbür gümbür geliyolarlar.

15 Mayıs 2008 Perşembe

Kaki King







Metrik Sistemle Abaküse Yazılmış Şarkılar

Müzik otoritelerinin en iyi 20 gitarist arasında gösterdiği, Eddie Vedder, Dave Grohl ve Sean Penn gibi inanılmaz isimlerle çalışan ''Guitar Goddes'' Kaki King 14 Mayıs Çarşamba gecesi Indigo'daydı
Rock yıldızları gitarlarına takındıkları deli tavırlarıyla tanınır. Jimi Hendrix dişleriyle telleri çekerken, Pete Townshend gitarını sahnede kırar kırıldığından emin olmak için tekrar gelir tekrar kırardı. Günümüzde ise müzikal ortamlarda fenomen haline gelmiş bir kadın var ki o iki eliyle gitarın tellerini çekiştirirken aynı zamanda da gitarın gövdesine vurabiliyor. Erkek egemenliğinin yoğunlukla hissedildiği bir enstrümanı tek başına 'kadın haliyle' kelimenin tam anlamıyla 'konuşturan' Kaki King, Rolling Stone Türkiye'nin ikinci yaşgünü gecesi kapsamında Türkiye'deydi. Kendisine has akustik tarzıyla diğer gitar virtüözlerinin arasından zorlanmadan sıyrılan 28 yaşındaki Katherine Elizabeth King, aslında bu yönünü çalmaya başladığı ilk enstrüman olan davuldan kopamamasına borçlu. Basit 6 telli bir gitarı alışılmadık parmak tekniğiyle mutasyona uğratan Kaki ona evrim geçirtirerek bir gitar/perküsyon kırması elde ediyor. Gitarının tellerini ovalayan, sıkan ve kafasına kafasına vuran sanatçı haliyle bu kadar çok ses çıkartınca müzikal haritada da yeri 'funk ve flamenko' arasında bir yerlerde oluyor.İlk albümü olan ''Everybody Loves You'' 2003 yılında yayınlanan Kaki enstrümantal bir albüme imza attı. Eleştirmenler onun Michael Hedges ile Van Halen arasında bir yerde durduğunu söyledi. 2004'te yayınlanan ve grup müziğine göz kırpan ama biri hariç tamamı enstrümental parçalardan oluşan ikinci albümü ''Legs to Make Us Longer'' ilk albümün esintilerini yansıtsada hissedilir oranda artan bass ritimleri ve dub etkisiyle ilk albümden daha sert bir konumda durdu."Until We Felt Red'' adlı üçüncü albümünü yayınlayan sanatçı bu sefer elektrik, akustik ve pedal-steel gitarları birbirlerinin içinde eritmesinin yanısıra daha önceden denemediği bir yönteme merhaba dedi..kendi sesi.."Until We Felt Red''de derinden gelen bir hikaye anlatır gibi seslendirdiği parçalarında hep kendi naturel sesini kullanmak istedi bu yüzdendir ki daha kişisel sözler yazarken buldu kendini. Yaratıcılığını kamçılayan ve ona meydan okuyan şarkı sözü yazarlığından ilk başta çok korktuğunu itiraf eden Kaki King artık durumdan fazlaca zevk aldığını gizlemiyor. 11 martta çıkan son albümü ''Dreaming of Revenge'' yine benzer bir çekirdeğe sahip. Agresif ritmik kalıplarla donatılmış ancak bu sefer katmanlı distorsiyon ve birbirine dolaşmış melodilerle şaha kalkmış bir albüm var karşımızda.Albüm çalışmaları haricinde ki projeleriyle yerini sağlamlaştıran virtüözün hayranları arasında Dave Grohl'da yer alıyor. 2007 sonunda Foo Fighters konserlerinde konuk sanatçı olan Kaki,yine 2007'de Sean Penn'nin yönettiği ''In To The Wild'' ın film müziklerini Eddie Vedder'la beraber inşa etti. Bu çalışmasıyla En İyi Orijinal Film Müziği dalında Altın Küre ödülüne aday oldu ayrıca bu sene En İyi Orijinal Film Müziği dalında Oscar’a aday gösterilen ''August Rush'' filminin soundtrack’inde iki şarkıyla da yer aldı.

Herkes yerlerine!

Kaki King'in performansı başlamadan önce tüm seyirci soluğunu tutmuş bekliyordu. Olağan indigo kitlesi haricinde ki bir kitle bekliyordu sanatçıyı..Sahnede ufak bir sandalye, King ve gitarları vardı. Sanki ufak bir kız çocuğu gibi bir gitarı bırakıp diğerini alan Kaki bizleri sıcak tınılarla karşılarken tüm duyularınmıza hitap eden bir konser kulak zarlarımızda titreşmeye başlamıştı bile..En sevilen parçalarından ''Bone Chaos in The Chastle'', Conan O'brian Show' da çalıdığı ''Playing with the Pink Song'' ve kapanış şarkısı olarak seçtiği muazzam aromalı ''They Loved it in Italy'' orada bulunan tüm insanları kendine hayran bıraktı..Temmuz ayında tekrar gelebileceğinin sinyallerini veren Kaki ilk defa geldiği Türkiye'yi çok sevdiğini ve burada ki müzikal kaliteyi oldukça beğendiğini belirtti.

İsmin Rolling Stone Dergisi'nin seçtiği en büyük rock tanrıları arasında bulunuyor. Bu seviyeye gelebilmek için oldukça sıkı çalışmak gerekir kanımca.. Aslında bu başarı parça oluşturmak, şarkı sözü yazmak ve kendimi ifade etmek için zorladığımda kendiliğinden meydana gelen bir durumdu. Çok küçük yaştan beri gitarla beraberim ve insanlar bu seviyeye ulaşmak için her gün saatlerce çalışmak gerektiğini sanıyorlar ama gerçekte öyle değil. Sadece müziği sevmek ve onunla beraber yaşamayı öğrenmek gerekli.

Şarkı oluştururken sadece enstrümantal yaklaşımla liriksel yaklaşım arasında o kadar da büyük bir fark var mı? Mükemmel şarkı sözleri yazan insanlar var ama ben onlardan biri değilim. Benim için bu kendi sesimi bir enstrüman olarak kullanmak demek. Böylelikle kendimi daha net ifade edebildiğimi düşünüyorum. Enstrümantal müzikte dinleyciler müziğin kendilerine hissettirdiklerini kendilerince yorumluyorlar. İşin içine liriklerimi kattığımdaysa sadece benim onlara söylemek istediklerimi anlıyorlar. Bu bana daha yoğun geliyor.

Melodilerine aşık olmuş hayranlarını vokal tarzınla tatmin edemiyeceğinden korktuğun oldu mu?
Benim tek derdim başarılı bir canlı performans sunmak. Beni dinlemek için bilet alan insanları müziğe doyurmak. Kafamda ki seslerle yol buluyorum kimse bana ''bunu böyle yap'' Demiyor. Sadece müzik yapıyorum. Herkesi memnun etmek imkansız o halde denemenin de bir anlamı yok.

Tüm albümlerinde ki solo akustik çalışmalarında dikkate değer bir farklılık göze çarpıyor..Bu durumun bir tetikliyicisi olmalı.. Tabi ki de var: Yaratıcılığımın azalması. Bazı anlarda, bazı müziklere ağırlık veriyorum çünkü o aralar oluşturduğum şarkılar bana tatsız geliyor.Yeni bir şeyler deniyorum böylelikle tarz değişimine gidiyorum. Hem ben çabuk sıkılan birisiyimdir ayrıca..

Parçalarının genel havasını melankolik ve üzüntülü diye nitelendirenler hakkındaki fikirlerin neler?
Gayet doğru bir analiz çünkü öyleler. Mutlu bir şarkı yapmam çünkü bir anlamı yok benim için. Üzüntülü bir parça dinlediğinizde etkilenirsiniz. Etkilenmeniz gerekir ki ilerlemek için arınmanız kolay olsun.

Lezbiyen olduğun için müzik endüstrisinde hiç baskı hissettiğin oldu mu? Hayır. Çoğu insan bilmiyor. Bilenlerin de umurunda değil pek. Ben sahnedeyken müzik icra ediyorum, gitar çalıyorum, şarkı söylüyorum. Eşcinsel olmamın bu konularla bir alakası yok.

'August Rush'' ta ki yetenekli eller olma süreci nasıl gelişti? Beni seçmelerinin nedeni hem bana verilen kısmı daha iyi bir hale getirebilme yeteneğim hem de küçük bir erkek çocuk kostümüne sığabilip kolayca el dublörü olabilmem. Sanırım bu sebepten.

Hayatın boyunca müziğinin seninle beraber yürümesi gerektiğini ne zaman anladın? Doğruyu söylemek gerekirse hala tam olarak anlamış sayılmam. Daha iyi bir şey bulana kadar her gün uyanınca müzik yapmaya devam edeceğim sanırım. Bundan daha iyisini bulacağımdan şüpheliyim ya neyse..

15 Mart 2008 Cumartesi

Online Museums





Bir düşünün; Karnak Tapınaklarındasınız ve tarih kokan o dev sütunların arasından geçiyorsunuz..Ya da Ebu Simbil Tapınağında Anubis’ in tehtidkar ve mağrur duruşunun bir tadına bakmak istiyorsunuz...Mısır sizi açmıyor mu? Peki o halde Louvre Müzesindesiniz..Sizi esir alan o yaşanmışlık duygusu her tablodan çığlık çığlığa gelmekte..Az ilerde Van Gogh’un Papatyalar’ına bir göz atmak istediniz ve yavaş adımlarla yapıta doğru yaklaşmaktasınız ve fondan gelen bir ses: Aabi hadi yae içmioz mu!?!


İnternetin en yeni getirilerinden biri olan ‘sanal müze’ kavramı son zamanlarda hayatımızda kendine bir yer bulmak için atağa geçmiş durumda. Evinizin konforunda kilometrelerce uzaktaki eski yaşam kalıntılarını gezmek ve tarihe damgasını vurmuş sanatçıların yapıtlarını gözlemlemek artık sanıldığı kadar zahmetli ve pahalı değil aksine sadece bir tık uzağımızda.


Bizlere bu olanağı veren sitelerden bir kaçını araştırdım ve karşıma gerçekten işini iyi yapmış insanların ürünü olan sitelerle karşılaştım.Bunlardan ilki www.3dancientwonders.com adresinde hizmet vermekte. Üç boyutlu flash animasyon olayını aşmış bir site olmasına rağmen benim gibi teknoloji özürlü bir insanı bile kolayca kendilerine bağlayan bir grafik tasarımına sahip ve kullanımı gayet kolay.


İnceleme altına aldıkları eski çağlara ait kalıntılardan bir kaçı şöyle;

Azteklerin 1325 yılında inşa ettikleri, ölümcül tanrılarına taptıkları ve o tanrılara kurbanlar sundukları Meksika’da bulunan tarihi Aztek Tapınağı.

Mısırlıların 4000 sene evvel oluşturmaya başladıkları, üç nesil boyunca süren ve dünyanın 7 harikasından biri olan tarihi Giza (Keops) Piramid’i.

Prehistorik yapıların en gizemlisi ve ‘devlerin yüzüğü’ olarak adlandırılan Büyük Britanya’da bulunan Stonehenge bu örneklerin en baş döndürenleri olabilir.


İnternette boş boş surf yapmaktansa en azından keşfetmek, araştırmak ve eski çağlara ait kalıntıları sanal gerçeklikte toza dumana bulanmadan benimsemek ise bunun bir
ironisi olsa gerek...Herkesi ve herşeyi manipüle edebilen bir teknolojinin evlatları olarak 4000 sene sonra da bizi keşfediceklerinden emin bir şekilde atalarımızı yeniden homosaphien düzeye çıkartmak ise çok garip bir ödev olsa gerek...

Eğer eski mısır uygarlıkları, tanrıları ve mumyalama ritüelleri hoşunuza gitti ise
www.mos.org sitesinede bir göz atmakta fayda var..Gezdiğiniz taktirde parmağınızın ucuyla mumyaları evirip çevirebildiğiniz, eğer mumyalanmak isterseniz karşılaşabileceğiniz uygulamaları şimdiden öğrenebileceğiniz (beyninizin burnunuzdan çekilip çıkarılması gibi..) içinde gayet yararlı ve ilginç konu başlıkları barındıran bir siteyle karşılaşırsınız derim..


Sizlere aktaracağım üçüncü sanal müzenin adresi; www.moma.org açılımı ise museum of modern art.



NewYork’ta bulunan bu modern müzede yok yok. Edward Munch’ tan Claude Monet’ e, Andy Warhol’dan Rene Magritte’ e kadar modern sanatta sansasyon yaratmış tüm sanatçılar bu müzede. Eğer ben NewYork’ a kadar gidemem derseniz işte bu site tam
size göre..Başlıkları sırayla; Çizimler, Film, Medya, Resimler ve heykel. Ayrıca 1920’den 2000’lerin sonlarına kadar gelen geniş bir skalaya sahip bu müze sizi alıp uzak diyarlara götürecek ve sanatın atan kalbini birinci elden izlemenize olanak kılacak..



Sırada ki müzemizin konumlandığı yer Berlin ancak sanal adresi www.dam.org .
Açılımı ise digital art museum.
Bu sitenin amacı dijital ortamda oluşturulmuş sanat eserlerinin tarihçesini 20. yy’a ayak uydurmuş sanat severlerle paylaşmak ve bu sanat akımına ait en güzel ve en şaşırtıcı örnekleri online olarak insanlara aktarmak.




1956 yılından 1986 yılına dek yaratılan dijital sanat eserlerinin sahipleri ‘Öncü’ olarak adlandırılmış; bu periodtan sonra oluşturulan eserler ise ‘paint box era’ olarak lanse edilmiştir.Evet bildiğiniz paint programı!


Günümüz dijital sanatını icra edenlerin doğum noktasını incelemek ve geçmişimizin bizi nasıl takip ettiğine bir defa daha kanaat getirmek amacındaysanız bu siteye bir göz gezdirin derim.

www.circusmuseum.nl adresinde bizleri bekleyen sanal müzemiz gerçektende şimdiye kadar saydığımız müzeler içinde en ilginç olanı belkide..Adından da anlaşılacağı üzere içeriğinde 1880 tarihinden günümüze kadar gelen sirklerin posterleri ve fotoğrafları bulu
nmakta. Jaapbest isimli bir koleksiyoncunun topladığı materyallerden oluşan müze Hollanda’da sergilenmekte. Başlıkları; akrobatlar, palyaçolar, hayvan terbiyecileri, sihirbazlar ve jonglörler olarak ayrılan sitede oy çoğunluğuyla sirklerin en çok ilgi gören insanlarıda ‘freaks’ (ucubeler) olarak bizlerin hizmetine sunulmuş bulunmaktadırlar.

Huzurlarınızda canavar oyuncaklar!




Retro ve fütüristik akımlar benim ilgimi çeker, birde korku filmlerine bayılırım derseniz sizlere www.thegalleryofmonstertoys.com sitesini öneririm. Popüler kültürün kaybolan yüzleri vintage oyuncaklar anısına oluşturulmuş bu sitede ilginizi çekebilecek bir sürü başlık var.60’lar dan 90’lara dek imal edilen oyuncaklar, şu an izlediğimizde gülümsememize yol açacak zamanın korku filmlerine paralel üretilmiş.
Canavar Domatesler’in ve Şeker Adam’ın oyuncaklarını merak ederseniz adres yukarıda..

Dünyanın dört bir köşesinden çekip çıkarttığımız sanal müzelerin sonuncusu da bizim topraklarımızdan çıkma. www.sanalmuze.org Eczacıbaşı’ nın oluşturduğu sanal gerçeklikte bizlere retrospektif sergilerin ve uluslararası koleksiyonların en güzide eserlerini sunmakta.
Modigliani, Lautrec, Gauguin, Rodin, Rembrandt ve daha niceleri bizlere tablolarından ve heykellerinden gülümsüyor. Ayrıca ‘Van Eyck’ten Warhol’a Resim Sanatı’ isimli karma sergide mutlaka kendinize hitap eden bir eser bulacağınızdan eminim..

Sanal Gerçeklik/Delilik nüfuz ettiği her yeri kökünden değiştiriyor.Bu değişime ayak uydurup O’ nun bir parçası olmak ya da bu değişimden korkup çemberin dışında kalmak bizim elimizde..Siz siz olun bakmakla yetinmeyin bu müzeleri kaynağından görmek için çaba sarfedin..

13 Mart 2008 Perşembe

dahice çalışmalar










HDR






Gerçeküstü Fotoğraflar: High Dynamic Range Imaging

Fotoğrafçılıktaki en önemli konulardan biri olan pozlama daima problemlere yol açmıştır. Yüksek kontrastlı fotoğraflarda ise durum tam anlamıyla bir felaketle sonuçlanabilir ya her yer zifiri karanlık olur ve gözgözü görmez ya da ışık harici hiç bir şey göremezsiniz. Objeler belirli belirsiz görünür veya ışık çok çiğ durur. İşte böyle durumlarda son zamanlarda devrim yaratan ‘Hdr Tekniği’ adı verilen küçük gizmomuz imdadımıza yetişir ve bizi ‘anlaşılamayan artist’ konumundan kurtarır.

Nedir bu HDR?

HDR Tekniği temelde pozlama kaynaklı hataların ortadan kaldırılmasına yardım eder. Işık karşıtlığı yoğun olan fotoğraflarda aydınlık ve karanlık noktaların ortalamasını alır ve sonuçta bizleri tatmin eden net ve gerçeküstü fotoğraflar elde etmiş oluruz. Objelerin üzerindeki insan gözünün algılayamadığı fazlalıkta ki ışık huzmeleri pozometreden içeri eşit oranda süzülür ve elde edilen fotoğraf böylelikle mükemmelliğe ulaşır.

Neden HDR?

Örneğin isteğiniz bir manzara resmi çekmek. Objektifinize gelen ışığı gökyüzüne göre ayarlarsanız, resimdeki diğer odak noktaları karanlık çıkar, tam tersini yapıp etraftaki diğer görüntülere göre pozlama yaparsanız bu seferde çok parlak bir gökyüzü elde edersiniz. Hal böyle olunca aynı fotoğraf karesinin üç farklı pozlanmış halini birleştirerek aldığınız sonuç hem daha doyurucudur hem de gerçeküstü bir manzara resminiz olur.

Durum itibariyle emek gösterilmesi gereken bu teknik saygıyı hak etmiş fotoğraflar meydana getirir.

HDR Tekniği Nasıl Kullanılır?

Öncelikle bir adet dijital fotoğraf makinesine ve bir tripoda (üç ayak) ihtiyaç vardır. Tripodun önemi fazladır çünkü HDR Tekniğini kullanırken hareket halindeki kareleri çekmek çok güçtür, aynı kareyi ardarda seri bir halde çekmek gerekli olduğundan hareketli nesneler bulanık bir fotoğraf elde etmemize neden olur. Makinenin son model olması gerekmez tersine manuel çekim modu ve poz telaffisi olan herhangi bir kompakt ürün bile işimizi görür. İstenilen görüntünün öncelikle normal ışık değerinde sonrasında ise bir düşük ve bir de yüksek oranda pozlamayla çekilmesi gerekmektedir.

Bu çok önemlidir çünkü elimizdeki nötr pozlamanın üzerine, pozometre –1 ve +1 oranında çekmeye ayarlanmalıdır aksi taktirde HDR Tekniği kullanılamaz.

Çekimlerin sonunda oluşturduğumuz fotoğraflar tek başlarına bir anlam ifade etmez. Uygun bir programla üstüste konulmalılardır böylelikle şaşırtıcı aydınlıkta ve netlikte fotoğraflara sahip oluruz. Mantığı gayet basit olan HDR Tekniğini kullanan programlarda az pozlanan fotoğraftaki koyu bölgeler, çok pozlanan versiyondan alınırken, tam tersi bir durum da fazla pozlanan kısımlardaki açık bölgeler için uygulanır.

Sadece HDR Tekniğine yönelik bir program olan Photomatix’ in yanı sıra Adobe Photoshop2 un son sürümü olan CS2 bu tekniği kullanmamıza olanak kılar.

Photoshop’ ta ki kullanımı da gayet basit:

Bunun için uygulanması gereken tek şey yazılımı açıp File menüsündeki Automate başlığına gelmek ve son seçenek olan Merge to HDR butonuna tıklamak.Fotoğrafları ister tek tek isterseniz dosya halinde HDR’ye dönüştürebilirsiniz. Hangi fotoğrafları değiştireceğinizi seçtikten sonra sırada diyafram, enstantane ve poz değerlerini ayarlamak durumundasınız. Bundan sonra ise fotoğraflar üzerinde çalışacağınız alan derinliğinin ve diyagramın çeşitleriyle ilgili bir bölüm var. İstediğiniz fotoğraf durumuna göre 8, 16 ve 32 bit seçenekleri bulunmakta. Eğer tercihinizi 32 bit seçeneğinden kullanırsanız onayladıktan sonra başka bir ayar yapamıyorsunuz. 8 ya da 16’ yı tıkladığınız taktirde karşınıza HDR Conversion butonu çıkacaktır. Burada sırasıyla Exposure and Gama, Hihglight Compression, Equalize Histogram ve Local Adaptation seçenekleri bulunuyor.

Photomatix kullanımı:

Sadece HDR türü fotoğraflar hazırlamak amaçlı üretilen bu program Photosop’tan daha komplike ve çok daha yeni bir sürüm.

Yazılımda bulunan HDR menüsündeki Generate HDR butonuna tıkladıktan sonra dönüştürülmesi gereken fotoğrafı işaretliyorsunuz. Gerekli ayarlamaların yapılmasının ardından yazılım otomatik olarak fotoğrafı HDR’ye dönüştürüyor. Daha kendine has sonuçlar elde etmek isterseniz HDRI seçeneğinde bulunan Tone Mapping butonunu kullanabilirsiniz. Seçenekler sırasıyla; Luminosity, Strengh, Color Saturation, White Clip ve Black Clip.

Burada tonlama ile oynayabilir bir sürü değişik ve özel sonuç yaratabilirsiniz.

Karşınıza çıkan tek engel kendi hayal gücünüzün sınırları olacaktır.



11 Mart 2008 Salı

laurent garnier





Füzyon sihirbazı

Elektronik müziğin sesleri çoğu zaman dünya dışından tınlar, kimi zaman da sahne enstrümanlarından devşirilmiş veya orijinal örneklerle hayat bulur. Elektronik müziğe elini koyan bazıları içinse ikisi de yeterli değildir. Fransız duayen DJ Laurent Garnier, bu üçüncü grup ‘bazıları’nın dünya üzerindeki en yetkin isimlerinden. Aynı zamanda besteci, prodüktör ve bir remiks sihirbazı olan Garnier, 80’lerin sonlarından beri tekno üzerine eklediği caz, funk, soul ve dub elementleriyle elektronik müziği yepyeni açılımlara kavuşturuyor. Paris banliyölerinde doğup 18’inde Londra’ya taşınan Garnier, füzyonlarına başladıktan kısa süre sonra İngiliz kulüplerinde kendi akımını yarattı ve kitleleri sürüklemeye başladı. Kişisel albümleri dışında sayısız derleme, remiks ve müzik projesinde yer alan Laurent Garnier 2003’te Electrochoc adlı bir kitap yayınladı, her bölüme ait özel müziği internet üzerinden dinlenebilen kitap pek çok dile çevrildi ve büyük yankı uyandırdı. Artık elektronik müzik ikonlarından biri olarak anılan Garnier, hala kendi yarattığı dünyanın sınırlarını keşfetmeye devam ediyor. Bir not: sinema dünyasına ilgisi büyük olan müzisyenin mizah yönü güçlü müzik videoları youtube üzerinden seyredilmeye fazlasıyla değer…

Türler arası sınır kalmadı!

Laurent Garnier Indigo’da pikapların başına geçtiğinde kıvama gelmiş olan seyirci kendisini gülümseyerek karşıladı… House’un temelini esas alıp setine minimal tınılarla başladı. Kitlenin genel hareketine göre parçalara yön verdi. Videolarında olduğu gibi neyin arkasından neyin geleceğinin tahmin edilemediği sürekli bir kaos ortamı yaratarak dinleyicinin ilgisini hiç kaçırmadı. Türler arasındaki sınırların kulaklarımızın dibinde yıkıldığı gece, vakit ilerledikçe Garnier’in ellerinde büyüleyici bir havaya büründü…

Yaygın ‘cool dj’ kanısının aksine pikapların başında çok doğal ve mutlu bir haliniz var, müziği yaşıyor görünüyorsunuz…

Müzik sadece benim hayatım dersem çok yüzeysel bir cevap vermiş olurum. Müzik benim içimde oluşan, benimle birlikte var olan çok şiddetli bir aşkla bağlı olduğum bir olgu. Doğmuş olmamın sebebi aslında bu. Kendimi ifade etmemin tek yolu müzik üretmek ve bu tutkuyu benimle aynı senkronda buluşan insanlarla birlikte paylaşmak.

Detroit Tekno ile jazz tınılarını aynı potada eritmek pek sık rastlanan bir durum değil…

Ben tekno müzik ortamında büyüdüm. Bu tarzın köklerini iliklerime kadar hissettim. Soul, funk, jazz; hepsinin ortak yönü emprovize olmalarıdır. Kraftwerk’i Hair müzikalinden şarkılarla sentezlediğimizde ortaya tekno jazz çıkar. Müzik yapmak budur. Bu türde sözlere ihtiyaç yoktur. İnişler ve çıkışlar, sertlik ve yumuşaklık zaten insanlara hissettirmesi gerekeni hissettirir. Türkiye’den bir grup olan Replikas’ın hiç bir şarkı sözünü anlamasam da hissettirdikleriyle beni harekete geçiriyorlar. Onlarla bir projede yer almayı çok isterim.

Parçalarınızın bir çoğu film hissi taşıyor…

Ben öyküleri severim. İnsanların sadece dans etmelerine olanak sağlayan müzikleri sevmem. Benim müziğimin bir hikayesi olmalı. İçerisine tablolar koyabileceğim müzikler yapmayı tercih ederim.

Setlere başlamadan önce bir kurgu oluyor mu aklınızda yoksa rastgele mi ilerliyor?

Tüm senaryo kendiliğinden oluşuyor. Hiç bir zaman ritmin beni nereye götüreceğini bilmem. Belki çalacağım bir kaç plak hakkında bir kaç fikrim vardır ama gerisi hep kendi kendini doğurur.

Club sahnesi eski ihtişamını yitirmeye başladı. Artık elektronik müzik ve diğer türleri harmanlayan çalışmalar ilgi görüyor. Siz de bu alanda usta konumundasınız…

Bu durumun nasıl bu kadar büyük bir patlama yaptığına şaşırıyorum ama aynı zamanda çok heyecanlanıyorum çünkü yenilik her zaman iyidir. Üretilen eserlerin kalitesine baktığımda ise biraz daha zamana ihtiyaç var gibi. Ortaya çıkan sonuçların içinde hisler eksik. Ama yine de piyasadaki çoğu müzikten daha doyurucu.

Dünya müzik sahnesinde patlama yapacak yeni tarz sizce ne olabilir?

Hiç bir fikrim yok. Gerçekten bilmiyorum. Kim bilebilir ki? Yarının bile nasıl olacağını bilmiyorum ama umarım taze bir tür olur. Hip hop veya house müziğin ortaya çıkması inanılmazdı. Tamamen yeniydi ve hiçbir sınır yoktu insanlar özgürce melodilere kendilerini kaptırıyorlardı. Tamamen bir kaos ortamıydı ama çok zevkliydi. İşte sizin neslinizin de böyle şarj edilmesi gerekiyor.

Yeni bir albüm veya proje üzerinde çalışıyor musunuz?

Evet. Electrochoc’un film senaryosunu henüz bitirdim ve şu aralar yeni bir albüm için çalışmalara başladım. Yeni single’ımın çıkması ise mayısı bulur. Ama bu sefer tekno olmayacak. 70’lerden esinlendim ve funk ağırlıklı olacak. İngilizce ve Fransızca iki farklı versiyon hazırlanacak ve iki farklı rap yorumcusu iki farklı şarkı oluşturucaklar. Bana da seçmesi kalacak…

james lavelle




Unkle’ ın kökü aka ‘Hayranlarının ıslak rüyası!’

Trip hop ve breakbeat’ ten ilham alarak önce kendi tarzını, ardından da Dj Shadow ve Tom Yorke’la U.n.k.l.e efsanesini yaratan James Lavelle, kafasına göre ayar veren arıza djlerden!

Çeyrek asırdır elektronik müzik piyasasının içinde hem dj hem de prodüktör sıfatıyla bulunan James Lavelle müziğe başlama nedenini breakdans’ta ki ve graffiti’de ki yeteneksizliğine bağlıyor. İyi ki de öyle yapmış yoksa hem U.n.k.l.e’ dan hem de setlerindeki o kopartan melodilerinden mahrum kalacaktık.

Herkes gibi o da, baba yadigari plaklarla başlamış müzikle ilgilenmeye. İlk denemelerinde Stevie Wonder ve Deep Purple gibi efsanevi dedeleri derlemiş setlerinde. Müzik sanki genetik bir miras gibi yerleşmiş parmaklarına.Kayıp bir jenerasyonun parlak bir çocuğu olarak hemen sivrilen James, 93 yılında kurduğu plak şirketi ‘Mo Wax’ la prodüktörlüğe el atar.

Lavelle, Dj Shadow’la ‘Entroducing’ i piyasaya sürdüklerinde sınır tanımaz bir çılgınlıkla karşılaştılar. Bu başarının ardından uzun süre stüdyoya kapanan ikili ‘Ian Brown’, Richard Ashcroft’ ve ‘Tom Yorke’ la akıllara ziyan bir projeyle döndüler: U.n.k.l.e!

Yarattıkları eşşiz, farklı etkileşimleri olan sound, trip hop’la birlikte genel olarak alternatif müzik başlığı altında 90’lara damgasını vurdu. Grubun ‘Psyence Fiction’ albümünde ‘Richard Ashcroft’, ‘Mike D’, ‘Badly Drawn Boy’ ve ‘Thom Yorke’ bulundu. ‘Never, Never, Land’te ise Massive Attack’ten ‘3D’ ve Queens of the Stone Age’den ‘Josh Homme’ gibi beyin bulandıran aşmış isimler konuk olarak yer aldı.

U.n.k.l.e haricinde James Lavelle’in bir DJ ve prodüktör olarak becerisini ortaya koyan çalışmaları arasında progressive house miskleri yaptığı iki ‘Global Underground’ albümü de gösterilebilir.

Uzun süren stüdyo kapanmalarına çare olarak her Cuma gecesi Londra’nın olaylı mekanı ‘Fabric’te resident dj olarak boy gösteren Lavelle şu sıralar 2 senedir üzerinde çalıştığı son albümüyle uğraşıyor.

Daha fazla minimal katkılı ama aynı oranda acılı, bolca old school techno’nun ana hatlarına geri dönüş durumları yaşayan Lavelle’in müzikal devinimi tam gaz devam etmekte. Bu gidişle o pikap hiç pes etmeden dönmeye devam edecek.

jeff samuel..





Jeff bizi diskoya götür!

95 senesinde Detroit’de duyup aşık olduğu elektronik müzik saplantısını akabinde aldığı synthesizer ve drum machine ile besledi. Tüme varım pratikliğiyle tek bir bilgisayardan FruityLoop tekniğiyle binlerce ses çıkardı.Nihayetinde yeteri kadar gürültü yapmış olacak ki Kompakt’ tan Michael Mayer’in bile dikkatini çekti. Mayer’in remixlemesi yetmiyormuş gibi birde başka bir çoşkun insan Daniel Bell’ de demolarını yeniden yorumladı.

Old school analog soundu, Matthew Johnson, Villalabos ve Akufen gibi sağlam djleri bile etkileyebilen müzikal geçmişi ile Jeff Samuel gereken kumaşı yeterince sağlıyor.

Elektronik müziğin Frank Zappa’sı olarak anılan Jeff, derin, hipnotik tınılarını bolca Detroit sosuna bulayarak bizlere sunuyor nihayetinde de kendini bir denge unsuru olarak görüyor. Ufak bir melodisinin bile bir müthiş bir çıkıntı yaparak bizlere geri döndüğü aşikar.

Müzik yapmaya başlarken öncelikle kendisini fildişi kulesine kapatan ve kulaklarını her türlü etkilenmeye karşı koruyan Jeff burada yavaş yavaş duyduğu bass ritmine kendini kaptırıyor. Sadece ve sadece saf ‘Jeff Samuel’ tınıları oluşturuyor.

Trapez’den çıkarttığı albümü ‘Step’in yanısıra Kompakt, Poker Flat Recordings ve Lo-Fi Stereo’ dan piyasaya sürülen, ‘Triple R Collection’ ve ‘Refraction’ gibi serilerle müzikal hayatını sürdüren dj/prodüktör aynı zamanda bilgisayar oyunları için de müzikler üretmekle meşgul.

Titreşimli ve sıcak melodiler üreten dj bir 10 sene sonra kendini hala müzik işinde görmek istiyor ama ‘Bir senaryo yazsam ve de Björk’ü oynatsam fena da olmaz’ Görüşünde.Müziği kendinden bağımsız olmayan, beyninin inişli çıkışlı patikalarında yaşayabilmek için kendisini melodilerine modifiye eden bu minimal kral,bizleri fabrika ayarlarımıza geri döndürmeye geliyor.

Ellen Allien




Yaratıkların Abstract Kraliçesi

Karşınızda Turntable’ın başındayken kendi limitlerini zorlayan, eşi bulunmayan sound’u ile kendisine tapınanları yaratan Alman dj Ellen Allien!

Yaratıcı beyinlerin bir kaçış rotası olarak gördüğü Batı Berlin’in küçük bir adasında doğan Ellen için Berlin kaos ve ürkütücü bir yerdi.Ellen’in kaçış yötemi ise müziğe doğru oldu.Odasında kendisine ait bir kabuk yaratan Ellen Fraatz burada kendi kendine notaları öğretti, plakları tanıdı ve hayatında ilk kez sokaklarda devrimin sesini duydu.Popun punk’la tanışmasına tanık oldu ve Berlin duvarının yıkılmasıyla müzikte de sınırlar kalktı. Bir süre saksafon çalan ve tasarımla uğraşan Ellen birden bire kendini kaset mixlerken buldu.Ellen Fraatz’ın Ellen Allien olması için atılan ilk adım buydu. Elektronik müzik karşısında dudağı uçuklayan Allien abstract tehcno ile beyninin karanlık dehlizlerine doğru dalmaya başladı.

Alman müzik endüstrisine taze bir ilkbahar havası gibi giren Ellen müziğini materyelize edebilmek için BpitchControl plak şirketini kurdu. Böylelikle hem müzik inşa eden hem de müziğin bir organı olan Ellen kendisi gibi başlayan müzisyenlerin yardımına koştu.

Artık müzik bir olgu olmaktan çıkmış bir yaşam formuna dönüşmüştü.

Dinleyicilerine sonsuza dek onlarda durabilen bir armağan veren Ellen onları müzikle besledi.Ona göre müzik paralel dünyalara girebilen tek şey. İlk albümü Stadtkind’ de ilham aldığı tek şey evi, Berlin oldu. Albümün büyük başarısı patlama yarattı ve ‘Data Romance’ listelerde hep başı çekti.Paul Kalkbrenner mükemmel bir remix yaptı bu şarkıya.İkinci albümü ‘Berlinette’de ilk albümünün yansımalarını turntable’ına döktü. ‘Sanki bir şimşek gibiydim. Her an her yerde etrafımda insanlar vardı.’ Diye açıklıyor izlenimlerini.

Ardından gelen üçüncü albüm ‘Thrills’ de ki hemen hemen tüm parçaların birer mixleri var. Kiki ve Troy Pierce’in My Body is Your Body remix’ini Ellen performansları esnasında defalarca çaldı. Albümün sıradışı artwork’ü de Allien’a ait. Arada mix albümler yayınlamış olsada son uzunçalar albümünü ‘Apparat’ la beraber nisan ayında çıkardı. ‘Orchestra of Bubbles’ iki müzisyen içinde bir başyapıt niteliğinde.Ellen’in yoğun, sert aynı zamanda da minimal tınılarıyla, Apparat’ın IDM soundu birleşti ve nihayetinde senkronize atan kalpleri ortaya mükemmel bir Allien&Apparat kırması yarattı.

beetles and spider




Kate Wax

Karanlık ve Ateşli

Elektronik müzik sahnesinin canlı performans yeteneğine sahip müzisyenleri az bulunur niteliktedir. Müziği ve sahnesiyle kendi atmosferini yaratabilenler ise her zaman bir oktav üstten vurur. Kate Wax, sahnede büründüğü kimlikleriyle bir junglör edasıyla oynayabilen, ruhsal devinimlerini müziğine yansıtarak izleyenleri kendi dünyalarında yolculuğa çıkarabilecek, ateşinin kavurduğu kadar isi de iz bırakan bir kız çocuğu; ama hiç masum değil.


68 kuşağının efsane topluluğu The Doors grubunun tuhaf, hipnotize edici, ayin havasındaki sahne performanslarını herkes bilir. Bir kez bu yoğun ritüeli izledikten sonra o an için gerçeklik ve zaman mekan anlayışını yitirirsiniz. İşte Kate Wax’ ın sahnedeki varlığı da böylesine yoğun ve gizemli. İzleyicileri sahnede tek kişilik bir orkestra seyrediyorlarmış gibi olur ve müziğindeki minimal dokunuşları ense köklerine kadar hissederler.

Kate Wax’ın benzersiz, kendine has, tuhaf, meydan okuyan dünyasının ürünü olan müziği, Tibet ve Avrupa’ya dayanan kökeni ve anneannesi ile çocukluğu boyunca sürekli gezmesiyle ilişkillendirilebilir. Kendi dünyasının derinlerine girmek adına işe önce grafik tasarımdan başlayan Kate, Autechre ve Aphex Twin müzikleriyle tanışmasıyla beraber elektronik enstrümanların yerçekimsiz dünyasında kendine bir yer edinmeyi kafasına koyar. Müzikal yaşamı ise 2001’de Cenevre’de kendi stüdyosunda yaptığı çalışmalarla hayata gözlerini açar.

Performansları esnasında sample vokal kullanmayan Kate’in ana enstrümanı kendi sesi. Müziğini gerçekleştirebilmek için sahnede yarattığı sanal grubuyla synthesizer’ları ve drum box’ları dile getirirken, bizleri de bilinçaltının bir yansıması olan sürreal dünyasının içine çekiyor.

Yaptığı işin tanımı PJ Harvey, Bauhaus, Cabaret Voltaire, Run DMC, electro-pop, hip hop, grime, blues, lo-fi, techno, punk, Bach’s Cantatas ve daha birçok tarz ve ismin karışımı olarak ifade ediliyor. Kate, kimi zaman seksi vamp bir kadına, kimi zaman melankolik bir genç kıza, çoğu zaman da kendi meleklerinin ve hayaletlerinin kurbanı bir deliye bürünerek karizmatik ve kendi bildiği yolun ürünleri olan sözleriyle elektronik müzikteki rolünü güçlendiriyor.

Müziğin ilk aşamasında genellikle sözleri yazan, tonlamaları ayarlayan ve kısa bir zaman diliminde kayıt aşamasına geçen Kate, bu süreci fotoğraf çekmeye benzetiyor. Dakikaları, duyguları ve enerjileri dondurmaktan hoşlanan müzisyenin seyircilerine; hikayelerini, korkularını, iblislerini ve rüyalarını aktarmaktan zevk aldığı aşikar.

Felix da Housecat, Ellen Alien, Trevor Jackson, Roman Fluegel gibi birçok ünlü ismin tam destek verdiği Kate Wax, yeteneğini farklı kulvarlarda kullanabilmek için halen soprano eğitimi almakta.

Kristal berraklığındaki sesiyle bizlerin karanlıkta kalan duygularını okşayan ve performansı esnasında makinelerle sevişirken müzik yapan kadını görmek ve ondan bir parça koparmak ne de şık dururdu..