29 Aralık 2013 Pazar

kuş uykusu



Uykusuz gecelerin koynunda yeşeren şafak sesi. O gece de uyunmadığı gerçeğine ayma anının arka bahçesi.

Öyle de pervasız, istif bozmadan öter ki bu kanatlı varlıklar, çıplak ayakla balkona çıkarır, sabah serinliğinde gözler kapalı dinletirler seslerini. Yeryüzündeki her canlının kendi hayatı; birbirinden bağımsız, olabildiğine ilkel, kendine özgü. Uyusan uyumasan, bütün gece çalışmış ya da ağlamış olsan, sabah iş varmış, sabah iş yokmuş, kuşlar hep varmış. Rüzgar ya da yağmur gibi.

+-

Korkun açık yaradır. Herkese göstermez, en çok gösterdiğinden korkarsın. Parmağını bastırsa acıdan öleceksin, bilirsin. Göstermeden edemezsin. Kimsenin bilmediği o kıyıda oturur, sabaha kadar dalgalara bakarsın. Kumlar soğur, rüzgâr çıkar, sen sabaha kadar denize bakarsın. Seni en çok anlayandan gelir en büyük korkun.  

21 Ağustos 2013 Çarşamba

dark light | glass prism


Başkalarının yaşadığı acı, bir tüketim nesnesi hayatımızda.

Ahlaksızca davranışlarla her karşılaşmasında sürekli serseme dönen, insanların başka insanlara karşı nasıl dehşet verici derecede zalimleşebileceğinin fiili kanıtlarıyla her yüz yüze gelişinde hayal kırıklığına uğramaya devam eden birisi, ahlaki ya da psikolojik açıdan yetişkinliğe varmış değildir. Oysa belli bir yaştan sonra hiç kimsenin bu türde bir masumiyete ya da hafıza kaybına hakkı yoktur.

Anladım ki yanıldık, vahşet karşısındaki opaklığımızı korumayı insanlık sandık fakat bencillikti. Herhangi bir sergide veya televizyon programlarından birinde rastladığımız ‘o’ yerde yatan benim kardeşim olsa, bir salon dolusu gözlerine ‘inanamayan’ işime yarar mıydı dersiniz? Etki edebilmek için dahil olmak, dahil olabilmek için önce o acı gerçeğin kendi içine nüfuz etmesine izin vermek gerekmez mi? O halde sen kaç gülü feda edebilirsin kendi bahçenden, kaçını kurutursun gerçekliğin çölünde yürümek için?

Sorun sendeydi hep; ve bende, sen ve ben olmakta, kendinden çıkamamakta. İnsan olmayı tümüyle yanlış anladık belki; kendi kendimize olmaya çalışmakta, olabileceğimizi sanmaktaydı hata.


Oysa insan dediğin tek başına olunmuyor. 

8 Temmuz 2013 Pazartesi

1 eksik, 1 fazla.


Tükeniş miydi yoksa vazgeçiş mi bilmiyordu. 
Sanki çelik konstrüktiflerin altında ezilen harç gibi içindeki çoğu şeyi midye kabuklarına terk etmişti. 
Yumuşak, pürüzlü, soğuk, ıslak. 
Bir anlığına zalimliği unutup, tüylerini kabartmaya görsün. Yaşadığını anlayabilmek için soğuk zemine çarpması gerektiğini biliyordu. 
Hep aynı hikayeyi yeniden dinliyormuş hissine kapıldı. inşaat demirlerinin üzerinde beceriksizce sekiyordu. 
Birinden birinde tökezleyeceğini, o demirin tabanını deleceğini biliyordu. 

-"Pof diye takılacak ve ben çam ağaçlarına basmak zorunda kalacağım!" diye mırıldandı Nanao.

Göz kapakları bir resim fırçasının yumuşaklığındayken, gözleri bir ressam spatulasının sertliğiyle bakıyordu.

2 Temmuz 2013 Salı

Anton Pavlovich Chekhov

Öyküde bir şeyi fazlasıyla anlatmak yerine, yeterince anlatmamak daha uygundur, çünkü... çünkü... nedenini bilmiyorum.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

second law of thermodynamics


Rakılar her zaman ısınır, köfteler her zaman soğur.

eclipse



ben bitkin, ben bitkisel hayata girmiş gül
ben kendince  fiyakalı, kendince özgür
ben mişli geçmiş halinden içi geçmiş ıslak bir tül
cehennemin kapısındaki tül
kefenim olan tül
kutsal omuzlarına yatıp düşler kurduğum
ruhu mabedim, dudağı tanrım olan 
sen
lavın içindeki bir tutam cam gibi
bu gözler 
bak
bak işte bu dirençli, saydam gözler
kaçamayacak
senin o evcil kurt gözlerinden.


9 Nisan 2013 Salı

lumen.



1.
nereye seni yazsam
sezonun son kargaları döküldü düğüm düğüm
benim kadar suskundu hepsi de; çıt!

2.
bu sabah yine kız çocuğuydum
sende uyanmayı istiyordum
                        hepsi bu
hapsine gireceğimi bilmiyordum
müebbet yerim diye korkuyorum
bu avuçlarım yok mu
                        bırak bunları
ellerinin aksinden de korkuyorum üzerimde
kendimden
ve sayıklamalarımı ciddiye alıp gitmenden de

3.
en çok seni istiyorum
nedensiz dalaşıyorum kendimle
arafa dek uzuyorum
altımda ufacık sırat     
4.
canım yanmıyor ateşi yutarken
nedense kendime gölge sana güneşim
eksik bir fırtına besliyorum
dağlar kendini doğuruyor her seferinde
her şey yarım kalıyor
belki günü gelince…

5.
sen, kendime çaktırmadan biriktirdiğim
üstelik soludukça değiştiğim
bir tek sen kalacaksın geride aynalar oyunu terk ettiğinde


4 Nisan 2013 Perşembe

Ilex spp.




Bu sözler üzerine zangır zangır titremeye başladı. Gözleri açıldı, sakin halini kaybetti. Telaşla cebinden çıkardığı ilaçları ağzına attı.

“Korkuyorum. Kendimin kim olduğunu anlayamadığım zamanlar var. Aynaya baktığımda bile kim olduğumu bilemediğim oluyor. Vücudum iki parçaya bölünmüş de ayrı ayrı hareket ediyormuş gibi. Ben, on bin sinek arasında bir tane olduğunu söyleyen insan yüzlü sineği yuttum. O insan yüzlü sinek, insan olarak yaşadığı bir önceki hayatında işlediği feci suçlar yüzünden bu yaşamında sineğe dönüştürülmüş. Kafamın içinde uçup duruyor, bana hükmetmeye çalışıyor. İnsanların camdan kemiklerini kırmamı istiyor.”

Yine de bir şeyler eksikti. Önemli bir şeyler. Kek yaparken vanilya tozunu unutmak gibi.

Camı açtı. Camın kenarındaki midye kabuklarından bir kısmı yere düştü. Henüz oje sürdüğü ayak parmaklarına yakın bir yere isabet ettiler. Birden içi boşaldı. İç çamaşırlarına kadar terden sırılsıklam olmuştu. Güneşin altında kızgınlaşan yoldan çıkan buğu uzaklardaki manzaranın yamulmasına neden oluyordu. Pencereden giren rüzgarla kitabın sayfaları açıldı. Sağ sayfada yazan cümle gülümsetti. “Ciddi kızların cazibesi olmaz. O yüzden ciddi olmak istemem.”

3 Nisan 2013 Çarşamba

Manto (Μαντώ)



Sonra,
sonra demiri büktü adam
kedilerin hayretini paylaştı
hafif bir duruş verdi aksine,
kadının yanına uzandı,
uzandı boylu boyunca.


İlkin,
ilkin uyandı adam:
dün sabahlardaki gibi
şehirde, apartmanda, banyoda
büyük ayna karşısında
sık dişli tarağıyla
taradı düşüncelerini
gece kötüdür, dağılır hisler, saçlar, düşünceler
taradı titizlikle,
bir insan gibi.


Önce,
önce kadın kıvrıldı,
kıvrıldı nehir gibi
bir adam dedi kadın;

"Yıkmak olsun bu kenti...."

20 Mart 2013 Çarşamba

~ Fa parī/parrī پرى/پرّى << a parīk ~ Ave pairikā ~



Peri ve şan kelimeleri bir araya gelir, bu topraklarda perişan adlı kızlar yaşar. Doğu’da kızlar, kadın doğar. Ecellerinden önce ölürler. İlk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek, o kadar çok kadın gömer ki toprak bile dişidir. Bu yüzden toprak ana diye bilinir. Perilerin şanı buradan gelir. Diri diri gömülerek toprağı bile kadın yapmışlardır. Bu yüzden verimsiz ve çoraktır. Buna da, kadının intikamı denir.

21 Şubat 2013 Perşembe



Serseri prens, serseri yağmur.                                      Kirpiklerine tutunup sürüklendim sana doğru.                                 Başkaldırmaya hazır gözlerinin yer çekiminde,                                              mayına atılmış bir avuç gökyüzü.

4 Ocak 2013 Cuma

...yarası vücudundan çıkmış, serbest kalmıştı. Yara vücudun içinde saklanıp kalabilir ama yarasını kaybeden bir vücut yeni yaralar arar.

Aslında sorun dünya değildi. Kendisi de tam olarak anlayamıyordu ama hareketsizliğe tahammül edemiyordu. Bir yerde hareket etmeden durmaya sabrı yoktu. Hemen yanında bir şeyler müthiş bir hızla dönmekteydi. Gözleri kararacak bir hızla, parıltılar saçarak bir yerlere uçup gidecek gibiydi. Belirli aralıklarla havalanıyor ve O her seferinde geride kalmanın hayal kırıklığını yaşıyordu. Hemen ardından yeni havalanışın hazırlığı başlıyordu. Yakıt kokusunu alıyor, patlama ve dönme başlıyor, hava ve yer yeniden titriyordu. Havalanışına doğru sarsıntı ve patlama sesi şiddetleniyor, o ölçüde tedirginliği ve korkusu güçleniyordu.

O gün yaz tatilinin en sıcak günüydü.