21 Ekim 2011 Cuma

ex nihilo nihil fit




O günkü kararım hala hortlak gibi dikilir karşıma zaman zaman. Çoğunluğun imrendiği bir "kusursuz kadın" kavramı vardır; aziz mertebesine yükselmiş olan bütün kadınların karışımıdır o dişi. İlk tokadı yiyince hemen öteki yanağını çevirip ikincisini bekler. Bir araçtır sadece; kendi istekleri yoktur, ailesinin isteklerini yerine getirir hep. Kocasının attığı dayağı anlayışla karşılar, hatayı kendinde bulur. Erkeği hastalanırsa ona bakar, yemek pişirir, temizlik yapar, hesapları tutar, herkesin derdini dinler, aile mezarlarını ziyaret edip mezarlıkta biten yabani otları ayıklar...
Hüzün veren bir duygu bu aslında. Gerçekten özgür olan, erkeksiz yaşayabilen, boyuna sevgili değiştirmeyen kadınlar yok mudur? Varsa nerede? Mesela Simone de Beauvoir diye düşünmeden alamıyorum kendimi. Başka? Kadın yazarlara, kadın ressamlara bakıyoruz. Çoğu utangaç, içine kapalı; birer şizofren adayı. Özel yaşantılarında ürkek, yarattıkları eserlerde devleşen kadınlar. Emily Dickinson, Bronte kardeşler, Virginia Woolf, annesinin dibinden ayrılmayan, tavuskuşu besleyen Flannery O'Connor, kafasını havagazı fırınına sokan Sylvia Plath. Seç, beğen al! Kimi kaçık, kimi kendini öldürme meraklısı, kimi kupkuru kısır yaratıklar. Bir tek dişi yok. Keyifle yaşayan, rahatça sevişen, yeteneğinin yanı sıra kahkahasını da kullanmasını bilen bir kadın sanatçı yok mu gerçekten? Kim yol gösterecek bize? Kişiliği hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmediğimiz Sappho'mu yoksa? Rahat rahat, geze geze yolculuk yapmak değil bizimkisi. Halkalar, zikzaklar çizerek dolaşmamız, aynı yerlerden üst üste geçişimiz tutarsız duygular içinde çırpınmamızdan ileri geliyor. İyi günlerimizin çevresinde halkalar çiziyor, karamsarlık noktaları arasında bocalıyor, dumanlı kafayla girdiğimiz kasabaların bir ucundan öbürüne yalpalıyoruz.
Aşırı içki içmeye başlamamızın bir nedeni durup dururken dayanılmaz bir hüzne, bir umutsuzluğa kapılmamız. Bazen büyük bir coşkunluk, bir neşe içinde uyanıyor, bazen de yapılanları düşünerek karamsarlığa kapılıyoruz. Kendimizden nefret ediyor, konuşulması yasaklanmış olan geleceğin kaygısıyla kıvranıyoruz. Oturup içki içiyoruz o zaman. Kıkır kıkır gülmeye, abuk sabuk sarhoşluklar yapmaya başlayınca umutsuzluğumuzu açık seçik duyamıyoruz artık. Gerçi yok olmuyor ama en azından katlanılması kolaylaşıyor.
Bulunamayacak ve aslında var olmamış bir erkeği arayıp durmamızın nedeni bu.

28 Ağustos 2011 Pazar

I keep calling me.


Dead Souls... Bütün çalma listesini felce uğratan şarkı. Artık üst üste kaç defa dinlendi hesaplayamadım. O yapış yapış karanlık, ileri geri hareketler, kasıkta sızı, gülünün solduğu akşam, kalbin oltaya takılması, parçadaki girişinin tüm köşeleri kapması gibi daha zilyon adet metaforla şenlendirebiliriz geceleri. Ancak söylenecek tüm laflar bin defa söylendi. Geriye sadece iki kelime kaldı: Joy Division. Ardında öksüz bir jenerasyon bırakan, ama şu an tüm tapılan tüm isimleri çekirdekten sarsan sadece iki kelime: Ian Curtis. Zamansız gitmeye karar veren 23 yaşındaki yıkılan kule, sahip olduğu bas bariton sesini ve çok kıvrımlı ama siyaha boyanmış beynini alıp gideli tam 31 sene oldu. Parçalarına dikkat edin. Öyle herkesin diline pelesenk olmuş "Laaav vil tear as apart" diyip de bu post punk, yarı tanrı müzisyenlere hakaret etmeyin. Koskoca Thom Yorke bile Joy Division hayranlığından "Transmission" dizelerinde kendini buldu. Hatta incelerseniz Thom'un sahnede kimse yokmuşcasına delirmesinin ve trans halindeki dans etme girişimlerinin aynısını, o esnada yüzlerce kişinin önünde epilepsi krizine giren Ian Curtis'ten miras kaldığını anlayabiliriz.
Tekinsiz bir memnuniyet duygusu, uğuldayan kulaklar, boşlukta her şeye çarpa çarpa şekillenme, katharsis halinde hüzün ve bunlara rağmen hala sevgiyi arayan bir çocuk adam...
New dawn fades, Shadowplay, Atmosphere gibi şahikaların çıktığı feryat figan eserlere imza atmış Manchester doğumlu bir boğaz düğümlenmesi.
Joy Division, hiç de joy olmayan parçalarıyla çatlaklarımıza sızmaya devam ediyor. Aman dikkat edin. Öyle her gün hazmedilecek bir grup değil. İşiniz düşünce merhaba deyin o kadar.