28 Ağustos 2011 Pazar

I keep calling me.


Dead Souls... Bütün çalma listesini felce uğratan şarkı. Artık üst üste kaç defa dinlendi hesaplayamadım. O yapış yapış karanlık, ileri geri hareketler, kasıkta sızı, gülünün solduğu akşam, kalbin oltaya takılması, parçadaki girişinin tüm köşeleri kapması gibi daha zilyon adet metaforla şenlendirebiliriz geceleri. Ancak söylenecek tüm laflar bin defa söylendi. Geriye sadece iki kelime kaldı: Joy Division. Ardında öksüz bir jenerasyon bırakan, ama şu an tüm tapılan tüm isimleri çekirdekten sarsan sadece iki kelime: Ian Curtis. Zamansız gitmeye karar veren 23 yaşındaki yıkılan kule, sahip olduğu bas bariton sesini ve çok kıvrımlı ama siyaha boyanmış beynini alıp gideli tam 31 sene oldu. Parçalarına dikkat edin. Öyle herkesin diline pelesenk olmuş "Laaav vil tear as apart" diyip de bu post punk, yarı tanrı müzisyenlere hakaret etmeyin. Koskoca Thom Yorke bile Joy Division hayranlığından "Transmission" dizelerinde kendini buldu. Hatta incelerseniz Thom'un sahnede kimse yokmuşcasına delirmesinin ve trans halindeki dans etme girişimlerinin aynısını, o esnada yüzlerce kişinin önünde epilepsi krizine giren Ian Curtis'ten miras kaldığını anlayabiliriz.
Tekinsiz bir memnuniyet duygusu, uğuldayan kulaklar, boşlukta her şeye çarpa çarpa şekillenme, katharsis halinde hüzün ve bunlara rağmen hala sevgiyi arayan bir çocuk adam...
New dawn fades, Shadowplay, Atmosphere gibi şahikaların çıktığı feryat figan eserlere imza atmış Manchester doğumlu bir boğaz düğümlenmesi.
Joy Division, hiç de joy olmayan parçalarıyla çatlaklarımıza sızmaya devam ediyor. Aman dikkat edin. Öyle her gün hazmedilecek bir grup değil. İşiniz düşünce merhaba deyin o kadar.