Başkalarının
yaşadığı acı, bir tüketim nesnesi hayatımızda.
Ahlaksızca
davranışlarla her karşılaşmasında sürekli serseme dönen, insanların başka
insanlara karşı nasıl dehşet verici derecede zalimleşebileceğinin fiili
kanıtlarıyla her yüz yüze gelişinde hayal kırıklığına uğramaya devam eden
birisi, ahlaki ya da psikolojik açıdan yetişkinliğe varmış değildir. Oysa belli
bir yaştan sonra hiç kimsenin bu türde bir masumiyete ya da hafıza kaybına
hakkı yoktur.
Anladım ki
yanıldık, vahşet karşısındaki opaklığımızı korumayı insanlık sandık fakat bencillikti.
Herhangi bir sergide veya televizyon programlarından birinde rastladığımız ‘o’
yerde yatan benim kardeşim olsa, bir salon dolusu gözlerine ‘inanamayan’ işime
yarar mıydı dersiniz? Etki edebilmek için dahil olmak, dahil olabilmek için
önce o acı gerçeğin kendi içine nüfuz etmesine izin vermek gerekmez mi? O halde
sen kaç gülü feda edebilirsin kendi bahçenden, kaçını kurutursun gerçekliğin
çölünde yürümek için?
Sorun
sendeydi hep; ve bende, sen ve ben olmakta, kendinden çıkamamakta. İnsan olmayı
tümüyle yanlış anladık belki; kendi kendimize olmaya çalışmakta,
olabileceğimizi sanmaktaydı hata.
Oysa insan
dediğin tek başına olunmuyor.