18 Şubat 2010 Perşembe

Foucault loves you.





Toplumda varolan türlü güç ilişkilerini ve hiyerarşik yapıları, söylem analizi yaparak, çeşitli kurumlara (hastane, devlet, okul, geneleve vs) odaklanarak ve toplumsal normlar ve iktidar odakları tarafından "anormal" olarak nitelendiren marjinal grupları, düşünceleri inceleyerek açığa çıkarmaya çalışan Foucault, kendi yaşamında da normların ötesinde bir çizgiye sahip olmuştur. Cinsellik üzerine yaptığı araştırmalar nedeniyle Paris "bordello"larında sıkça bulunmuş olan Foucault, bir süre San Francisco'nun elit gay komünitesine girmiş ve 1984'te henüz ne olduğu bilinmeyen Aids hastalığından ölmüş biseksüel (homoseksüel olduğu düşüncesi ağır basmaktadır), farklı bir adam ve düşünürdür. Deliliğin Tarihi, Kelimeler Ve Şeyler, Hapishanenin Doğuşu, Kliniğin Doğusu, Bilginin Arkeolojisi ve Cinselliğin Tarihi kendisinin en önemli eserleri arasındadır. Michel Foucault’a göre söylem tüm dünyayı ve insanları şekillendiren ve karşı sözler söylendiğinde dahi dışına çıkılamayan, ancak sınırları belirlenebilecek ve sarsılabilecek olan düşünceler, inanışlar, yargılar, değerler, semboller, kelimeler, harfler, kurumlar, normlar, gelenekler ve dilden oluşan ve içerisinde bir çok hiyerarşik yapıyı, güç ilişkini bulunduran dev bir organizmadır. Foucault'ya göre söylem öylesine güçlü ve karmaşık bir yapıdır ki, söylemin karşısında olduğunu iddia eden düşünceler dahi söyleme göre şekillenir ve söylem içerisinde kendi yerlerini, değerlerini bulurlar. Foucault'nun düşüncesinde söylemin açıklarını yakalamak için genealogy'e (soybilim) başvurulmalı ve her şeyin yapısökümü yapılarak merkezinde yatan güç ilişkisine ulaşılmalıdır. Bunun en kolay yolu da marjinal, öteki, farklı olarak nitelendirilmiş grup ve düşünceleri mercek altına yatırmaktır. Çünkü sistem bu noktalarda "error" vermekte ve açıklarını ortaya koymaktadır. Foucault'nun Two Lectures isimli makalesi Friedrich Nietzsche'den alarak geliştirdiği genealogy kavramını anlamak açısından bize faydalı olabilir. Bu makalede Foucault, dışlanmış, sistematik olmayan, dağınık, küçük, aykırı, farklı, öznel, devamlılığı olmayan bilgi peşinde koştuğunu söylemiş ve diğer bilgi türlerinin söylemin çizgilerine göre şekillendiğini ya da kendi söylemlerini, güç ilişkilerini oluşturduğunu iddia etmiştir. "Inhibiting effect of totalitarian discourse" adını verdiği şey, bilimsel ya da ilahi olduğu iddiasıyla kendi söylemlerini yaratan tüm ideolojiler, düşünce sistemleri, inanışlar ve normlardır. Bundan kaçabilmek için "neden" sorusundan çok "nasıl" sorusuna cevap aranmalı, gücü uygulayan merkezden çok güce maruz kalan özneye odaklanılmalı, çevresel, mikro bilgiden merkeze doğru ilerlenmeli ve söylemin gücü her alanda aranmalı, onun çeşitli tuzaklarına kanılmamalıdır. Bir diğer önemli nokta ise, söylemden kaçarken yeni bir söylem oluşturmamaya gayret etmektir. Bu nedenle Foucault, "Ben, kitaplarımın molotof kokteyli ya da mayın tarlası olmasını isterim, tıpkı donanma fişekleri gibi kullanıldıktan sonra kendilerini yok etmesini isterim" demiştir. Ancak geldiği noktada, Foucault'nun modernizmi ve her türlü ideolojiyi reddeden yeni nihilist bir söyleme ulaştığını iddia etmek mümkündür. Foucault'nun entelektüelin rolü konusundaki düşüncelerini ise sanıyorum en somut şekilde ortaya koyduğu eser "Las Meninas" makalesidir. Diego Velazquez'in ünlü tablosundan esinlenerek yazdığı bu makalede Foucault, kendini resmin en arka tarafında kapının eşiğinde duran ve merkeze uzak olmasına karşın dışarıda kalmayan ve tüm olayları gözlemleyebilen bir konumda bulunan bu karanlık adamla özdeşleştirmiştir. Yani Foucault'ya göre entelektüel söylemin esiri olmadan ancak etkilerini gözlemleyemeyecek kadar da uzaklaşmadan, toplumu izlemeli ve çeşitli güç ilişkilerini açığa çıkarmalıdır. Söylem her yerdedir ve herkesi esiri yapmıştır.

Türk bayrağı onu görenler için belirli bir şeyi sembolize eden ve uğrunda can verilebilecek, adam öldürülebilecek kutsal bir şeydir. Ancak uzaydan gelmiş ya da modern toplum düzenini bilmeyen biri için, Türk bayrağı sadece kırmızı zemin üzerinde beyaz bir ay ve yıldız bulunan bir bez parçasıdır. İşte bu örnekte olduğu gibi her obje, her düşünce, her yapı aslında söyleme göre şekillenmiş ve çeşitli güç ilişkilerinin yayılmasına, doğalmış gibi gözükmesine yol açan asla mağlup edilemeyecek olan düşmandır. Entelektüel bilginin arkeoloğu olmalı, bilimsel olarak doğru kabul edilen şeyleri dahi kazmalı, derinliğe ulaşmalı ve sorgulamalıdır. Entelektüel bunu yaparsa her düşüncenin, sembolün merkezinde bir güç ilişkisi bulacaktır.

Foucault'cu anlayışta ön plana çıkan bir diğer kavram olan "güç", bir köle ve sahip arasındaki ilişki değildir.Foucault'nun "Panopticism" makalesi onun güç anlayışı konusunda bize bir fikir verebilir. Foucault'ya göre üç değişik tip güç vardır. Birinci güç tipi klasik disipline etme yöntemi olan cezalandırmaya dayalı sistemdir. Buna göre hata yapanın cezalandırılması ve bu yolla disipline edilmesi, kontrol altına alınması güç uygulamasının eski ve yaygın bir türüdür. Ancak modern toplumların karmaşık yapısında artık bu birinci açık güç kullanımı yerini ‘panoptik’ güç kullanımına bırakmıştır. Panopticon, Jeremy Bentham'ın geliştirdiği bir hapishane mimarisi tipi ve genel anlamıyla modern toplum düzeni modelidir. Bentham'a göre içerisi görünmeyen bir kule etrafında yan yana dizilmiş hücrelerde bulunan mahkumlar, bu kule vasıtasıyla gözetlendiklerini daima bilecekler ve bu gözetlenme korkusunu, güdüsünü içselleştirerek toplumsal hayatta da istenmeyen hareketlerden uzak duracaklardır. Bu sayede işçiler çok düşük bir ücret karşılığı günde 16 saat çalışmayı kabul edecekler ve yerleşik düzen sindirilmiş ve kontrol altında tutulan bireyler sayesinde ayakta duracaktır. Bentham'ın tasarladığı Panoptik düzende, çeşitli ışık oyunlarıyla kulenin içerisi görünmez yapılırken, modern toplumda kameralar vasıtasıyla bu zorluk ortadan kaldırılmıştır. Bir faydacı (utilitarian) olan Bentham'a göre, bu sayede kulenin içerisi boş bırakılsa dahi mahkumlar gözetlendikleri hissine kapılacak ve hareketlerine dikkat etmek zorunda kalacaklardır. Bu içselleştirilmiş korku hapishane çıkışı da etkilerini gösterecek ve toplumsal normlara, devlet kurallarına uygun hareket eden bireyler yaratılacaktır. Modern toplum da çeşitli mekanizmalarıyla (kamera sistemi, mahkemeler, polis gücü vs) bireyi sarmalamış ve her hareketini kontrol altında tutmaktadır.Foucault'cu bir bakış açısıyla doğru-yanlış ayrımı yapan ve öbür dünyaya dair uygulamaları nedeniyle bireyi kontrol altına almaya çalışan dini sistemler de,panoptik güç uygulamaktadır.

Foucault kesinlikle bilimsel bilgiyi, objektif doğruyu reddeder. Bu yönüyle post-modernizmin babası sayabiliriz kendisini. Aydınlanma'yı bireyin dinden kurtuluşu ve otorite sınırlari dahilinde özgürce düşünebilmesi olarak açıklar. Foucault'nun objektif doğruyu reddetmesi ve söylemin yıkılamayacağını düşünmesi onu ilerleme düşmanı bir nihilist konumuna indirgemektedir. Ancak unutulmamalıdır ki bu adam işçiler, homoseksüeller, deliler, kadınlar, mahkumlar, hayat kadınları için polisle çatışan bir siyasal aktivisttir. Bu nedenle Foucault'yu kendi başına bir söylem olarak almak yerine, onun ikili karşıtlıklar metodunu kullanarak ezilen ve dışlanan grupların haklarını savunmak ilerici bir hareket olacaktır. Gayler, Afro-Amerikalılar ve çeşitli toplumlarda çeşitli şekilde hiyerarşik yapının aşağı kademelerinde bulunan gruplar Focault'nun metoduyla belki de daha iyi savunulur hale gelmiştir. Marksistler de, azılı bir anti-komünist olmasına karşın Foucault 'nun düşüncelerinden hareketle ve söylemle sınıfsal kökenler arasında ilişkiler kurarak teorilerini geliştirmiş ve 21. yüzyıla taşıyabilmişlerdir. Foucault asla tam olarak çözülemeyecek devasa bir puzzle'dır. Ancak farklı noktalarda birleştirebildiğimiz çeşitli parçaları ortaya koymak ve bunları iyi niyetle ezilen, dışlanan, ön yargılara kurban giden sosyal gruplara, bireylere uyarlamak 21. yüzyıl entelektüelinin belki de en büyük sorumluluğu olmalıdır..