18 Şubat 2010 Perşembe

Zizek loves you.





Doğu Bloğu'nun yıkılışından sonra ayakta kalan ender aydınlardan biridir Slavoj Zizek. Popüler kültür incelemelerinden, Gilles Deleuze yorumlarına, kültür çalışmalarına yönelik eleştirilerinden özellikle David Lynch'e ait film çözümlemelerine kadar geniş bir yelpazede kalem oynatır. Zizek, Kant, Foucault gibi felsefecileri psikanaliz terminolojisiyle eleştiriye tabi tutarak aslında bizlere Lacan'ın pek de bilinmeyen felsefeci yönünü hatırlatır Zizek, felsefi tartışmalardan yola çıkarak, özellikle çağdaş politik argümanların çıkış noktalarını eleştirerek güncel politik tartışmalara da değiniyor. Zizek, modernizmin kurucu düşünürleri Kant ve Hegel'den başlayan özne tartışmasını Althusser, Heidegger, Laclau, vb. çağdaş filozoflara kadar uzanan bir tartışmaya genişletiyor. Kendilerine özgü kavram ve yorumlar yaratmış bu filozofların düşünce yapısıyla henüz karşılaşmamışlar açısından Zizek'in Kartezyen özneyi savunmaya yönelik tutumunu anlamak oldukça güç. Zaten düşünürün ortaya attığı sorular Zizek'i savunup savunmamak gibi kısır bir kamplaşmadan çok daha derin sorgulamaları gerektiriyor. Zizek, Alman felsefesinin temsilcileri (Heidegger, Kant ve Hegel) ile psikanaliz arasında bağlar kurmaya çalışıyor. Bölümün ilerleyen sayfalarında ise Kartezyen özneye getirilen eleştiriler tartışmaya açılıyor. Alain Badiou'nun 'hakikat olayı' olarak adlandırdığı mevcut politik sistemin yadsınma biçimleri değerlendiriliyor ve 'hakikat olayı' kavramıyla bir olumsuzlama ve politik tavır olarak Lacancı özne arasındaki paralellikler ortaya konuyor. Zizek, Derrida ve Badiou'yu karşı karşıya getirerek, Badiou'nun yapı bozumculuğa yönelik tutumundan hareketle kültürel çalışmaların eleştirisine geçiyor. Zizek bir yandan 'siyasal olanın eriyişi' olarak tanımladığı üç felsefi-konum içersine Badiou, Balibar ve Ranciäne'ın çağdaş eleştirel yaklaşımlarını eklerken, öte yandan Laclau'nun tekilcilik ve evrenselcilik tartışmasını ele alıyor.

Yeni öznelerin yapılanışı


Bu noktadan hareketle çağdaş ırkçı, fundamentalist akımların şiddet döngüsünü değerlendiren Zizek 'siyaset sonrası siyaset' evresinde muazzam bir uzmanlar ordusu eşliğinde her tikel grubun evrensel taleplerinin tikel taleplere indirgenme ve kafalanma riskine dikkat çekiyor. Zizek'e göre özgül yaşam tarzı ve kültür anlayışlarını öne çıkaran bu grup ve altgruplar küreselleşmenin arka planını temsil eder, zira kapitalist sistem bu kimlik taleplerini nötrleştirip özgül birer 'yaşam tarzı' olarak evrensel taleplerin altını oyar. Dolayısıyla 'postmodern kimlik siyasetiyle köktencilik arasındaki karşıtlık son kertede sahte bir karşıtlıktır.'

Üçüncü kısım geleneksel otorite biçimlerinin değişimiyle birlikte yeni öznelliklerin yapılanışını temel alıyor ve Butler ile Foucault'nun psikanalizle ilişkileri bağlamında merkezsiz baskının ideolojik arka planından güncel örnekler veriyor. Zizek ayrıca Beck ve Giddens'ın 'risk toplumu' kuramlarını ekonominin siyasetten arındırılmasına katkıda bulundukları için eleştiriyor ve 'sol Ortodoks' tavır ile 'radikal merkez' dışında yeni bir siyasal alan yaratma çağrısında bulunuyor. Zizek kısır bir döngüye takılmış olduğunu düşündüğü çalışmaların (risk toplumu ve kimlik kuramları) içeriğinden çok toplumsal yapıdaki konumlanışlarına (etkisiz muhalefetleri) odaklanıyor.
Zizek'in teorileri özellikle Türkiye'de, baskın entelektüel paradigmaların yaygınlık kazanmasını hızlandırabilir. Bu anlamda Zizek'in tespitlerini John Holloway ve Immanuel Wallerstein'ın yaklaşımlarıyla çarpıştırmak sorgulayıcı eleştirel bir tutum için anlamlı olacaktır. Çokkültürlülük ve kimlik meselesinin resmi ve muhalif çevrelerde belli bir önyargıyla karşılandığı şu dönemde Zizek incelemek hepimizin hayrına olacaktır.