18 Şubat 2010 Perşembe

Nietzsche loves you.





Prematüre doğmuş nihilist bir peygamber… Belki de Nietzsche’ yi en iyi anlatan arka arkaya dizilmiş birkaç sözcük bunlardır ve ancak bunlar bu kadar kolektif bir bilinç yaratabilir bizlerde. Kendine ‘tehlikeli belki’ nin filozofu’ diyen Nietzsche’ nin yazıları arasında masalsı bir parça vardır, DELİ.

O deliyi duymadınız mı: Tanla kalkan, fener yakıp pazar yerine koşan, durmadan bağıran: ‘Tanrıyı arıyorum! Tanrıyı arıyorum!’ diye.

Deli insanların arasına dalar, onları bakışlarıyla deler ve bağırır: ‘Nerede mi Tanrı? Söyleyeyim: ÖLDÜRDÜK ONU, sen, ben. Hepimiz onun katilleriyiz. Peki bunu nasıl yaptık?

Nasıl yutabildik denizi? Biz nereye gidiyoruz şimdi? Dalmıyor muyuz boyuna bütün yönlere? Aşağı diye yukarı diye bir şey kaldı mı? Sonsuz bir yokluk içinde değil miyiz? Hava daha da soğumuş öyle değil mi? Tanrıyı gömen mezarcıların gürültüsünü hiç mi duymuyoruz? Tanrının çürümesinden yayılan kokuyu burnumuz almıyor mu hiç? Tanrılar dahi çürürler. Tanrı öldü. Tanrı ölü duruyor. Hem onu biz öldürdük. Kim silecek bu kanı üzerimizden? Su var mı arıtacak bizi?

Nietzsche’ ye göre durum budur; Tanrı insanın içinde ölmüştür. İnsan kendi eliyle öldürmüştür onu. Tanrının ölümüyle açılan boşluğa yuvarlanmakta; en büyük tehlikeyle yok, olmakla karşı karşıya kalmaktadır; fakat bu en büyük tehlike onun en büyük dayanağıdır, insan ne yapıp edip bu boşluğu kendi varlığıyla, kendini alt ederek doldurmalıdır. Ancak böyle değer kazanacaktır Tanrıyı öldürmesi.

İnsan eksik, tamamlanmamış bir varlıktır, açıktır her şeye; Gerisin geri de gidebilir, sağa sola da sapabilir, yukarılara da yükselebilir. Öyleyse insan yönünü, amacını belirlemeli ona göre tamamlanmalıdır. Hayat, hep kendini alt edendir. Hayata ayak uydurmaktan, hayata yöndeş olmaktan başka sağlam yol yoktur. İnsan eksiktir ama bu eksikliği kendisi giderecektir; kurtuluş kendisinden gelecektir ona. Kendisinden yoksun insan; kargaşadan, yıldız doğuramamış bir karanlıktan başka bir şey değildir. Zaman gelmiştir. İnsan bir an önce diyalektiğini, kendine anlam veren bir düzene çevirmezse, yıldız doğurmazsa karanlığa, bütün başarısızlar gibi yok olmaya mahkumdur.

Üst İnsan Fenomeni


Nietzsche'nin üstinsanı ile Amerikan karikatür dünyasında, peleriniyle gökyüzünde uçan Süpermen arasında kesinlikle hiçbir ilişki yoktur. Eğer üstinsan Nietzsche, isim babası olduğu bu mizahın en azından birazına sahip olsaydı, bu kendisi için iyi olabilirdi. Clark Kent hiç değilse, dünyadaki kötüleri ve iyileri etkisine sokmaya çalıştığı saf bir ahlakın adına çalışıyor. Nietzsche'nin üstinsanı bu tür zahmetlerde bulunmuyor bile. Onun üstinsanı için tek bir ahlaki prensip vardır: güç istemi. Ancak, Nietzsche'nin Süpermen’i,
içinde en az o karikatür dünyasındaki kadar çok basit tiplerin bulunduğu bir dünyanın içinden doğuyor.


Üstinsan prototipi Nietzsche’nin dayanılmaz derecede sıkıcı, ama tehlikeli ve psikosomatik semptomları olan Zerdüşt’tür. İtiraf edilmeli ki, Zerdüşt ile ilgili hikâye mecazidir ve davranış kalıplarına işaret eder. Ama İsa peygamber de benzetmeler yaparak konuşurdu ve onun dağda verdiği vaazlarda da çocuksu bir yalınlık vardır. Onların derin anlamlarını idrak etmemiz ise, onlar üzerinde düşünmemize bağlıdır.

Ne var ki Zerdüşt benzetmesi çocuksu bir basitliktedir, üstüne defalarca kafa patlatsanız da. Her şeye rağmen yine de önemli bir mesaj içerir. Nietzsche’nin vaazını yaptığı şey, Hıristiyanlık değerlerinin çöküşünden başka bir şey değildir: Ona göre her insan, tanrısız dünyasında, bulunduğu her eylemin tüm sorumluluğunu üstlenmelidir. Prangalara vurulmamış bir özgürlükte kendi değerlerini bulmalıdır.

İster tanrısal, ister başka doğa güçleri tarafından olsun, bulunduğu eylemler için hiçbir ceza söz konusu değildir. Nietzsche bunda, 20. Yüzyıl insanının varoluşçu durumunu görüyordu. Ne yazık ki, bu tür koşullar altında nasıl davranılması gerektiği konusunda da görüşler belirmiştir. Nietzsche’ye göre, Zerdüşt’ün izlediği yol şeklinde gösterilen kuralları kendisine yön belleyecek insanlar üstinsan olacaklardı.

Böyle Buyurdu Zerdüşt’te Nietzsche kitaptaki kahramanı aracılığıyla şöyle der: "Maymun, insan için nedir ? Bir kahkaha veya acı veren bir utanç. Ve işte üstinsan için insan da böyledir: bir kahkaha veya acı veren bir utanç. Başka bir yerinde şöyle buyurur: "İnsanlığın hedefi onun sonu değil, olsa olsa insanlığın en iyi örnekleri olabilir.

Nietzsche bu bağlamda akılsızca davranarak üstinsanını 'soyluluk' ve 'kan' gibi gevşek düşüncelerle birleştirir. Ama o, bunu ırkçı bir şekilde anlamamaktadır. 'Güç İstemi'nde şöyle yazar. "Sadece doğuştan ve soydan asillik vardır. Başka bir yerinde de şöyle der: "Platon, Pascal, Spinoza ve Goethe ‘den bahsettiğimde, onların kanının benimkinde gezdiğini biliyorum." Nietzsche’nin gözünde bir Yunanlı, bir Fransız, bir Portekiz Musevîsi ve bir Alman, üstinsan ile aynı derecede kan bağına sahip.

Buna rağmen ırkçı lobi Nietzsche’nin üstinsanını aldı ve kendisinde yorumladı. Önce antisemitistler, sonra da faşistler işlerine gelen bölümlere atıfta bulundu. Düşüncelerinin gevşek bağı, ki Nietzsche’nin felsefi eylemi için bu tipik bir özellik, onun felaketi oldu.

Nietzsche’nin felsefesi gözden düştü, çünkü yirminci yüzyılın ilk yarısında grotesk bir şekilde kötüye kullanıldı. Bugün üstinsan hakkında, Nietzsche’nin onu anladığı şekilde konuşmak neredeyse imkânsız hale geldi.

Yazılarının poetik-pragmatik özelliği kasıtlı çarpıtmalar için ne yazık ki fazlaca bir hareket

alanı tanımaktadır. Çok şükür ki Nietzsche bize üstinsanı gülünesi bir konuma çekebilmenin fırsatını da tanıdı -ki bu da günümüze en uygun düşen tepkidir belki de "İnsan, hayvan ile ‘Üstinsan’ arasında gerili duran bir iptir, uçurumun üzerinde duran bir iptir... İnsanın büyüklüğü onun bir amaç değil de bir köprü olmasıdır. İnsanda sevebileceğimiz şey ise, onun bir geçiş ya da düşüş olmasıdır.


Yaşamla özdeşleşmek, kendini onun akıntılarına bırakmak, yaşamın, sonu ve amacı olmayan bir hareketin iki evresini de kat etmesini kabullenmek demektir -biri diğerini koşullandıran, yaratıcı evre ve yıkıcı evre

Bu varoluşçu zaman, alışkanlık ve geleneklerin altında silineceği ön planda bulunur. Sosyal zamanda yaşayan insanların yaşamları pek önemli değildir. Ancak varoluşçu zaman insan yaşamına, kişinin yaşayacağı maceraya bir anlam ve önem kazandırır. Ayrıca varoluşçu zaman daha da uzaklara yönelip tarihsel zamana erişir ve ona kendisine özgün niteliklerini kazandırır.

Böylece, genleşen ve gevşeyen zaman, olumsuz bir sonsuzluk amacıyla onu derleyen bir önsezi içinde değişime uğrar. Bunun sonucunda saplantı haline gelen duyumlar doğar. İnsanın ayakları altında çok geçmeden içine düşeceği bir uçurum ortaya çıkar. Gittikçe aratan bir yazgıya sahip olma duygusunun yanına bir de pek yakında gerçekleşecek olan bir felaketin kesinliği eklenir. Final çok yakında ve tıpkı dilimizin ucuna kadar gelen bir sözcük gibi kendisini ortaya çıkarmaya hazırdır.

Her şey tüketilmiş duygusu uyandırmaktadır. Beklenen gong sesi bir uyarı ve kurtuluş olarak algılanacaktır. Bundan sonra biz artık bir oyuncuyuz ve bu oyuncu rol aldığı bir sahneye fırlatılmıştır, taşıdığı maske ona zorla takılmıştır. Şimdiki tarih olayları ise, bıkıp usanmadan geçmişte kalan ve evrenin değişiminde tutsak kalan bir tarihin olaylarını yineleyip durur. ‘Sonsuz Dönüş’ işte bu kesinliğin ifadesidir.

Güçler dünyası hiçbir azalmaya uğramaz. Çünkü zamanın sonsuzluğu içinde güçsüzleşir ve yok olup gider. Güçler dünyası hiçbir duraksamaya izin vermez. Çünkü bu durumda duraksama aynı zamanın saatini hareketsiz kılar. O zaman güçler dünyası hiçbir zaman denge noktasına ulaşamaz. Güçler dünyasının dinlenmeye zamanı yoktur. Gücü ve hareketi her an aynı büyüklüktedir. Dünyanın ulaştığı durum ne olursa olsun, güç dünyasının bu duruma ulaşmış olması gerekir. Bu bir kez değil sayısız kez yinelenmelidir. Böylece, şu an yaşadığımız an birçok kez ulaşılmış olan bir andır.

Çam fıstık ağacı ve şimşek.
Ben insanların ve hayvanların boylarını aştım.
Ve konuşuyorum, kimse konuşmuyor benimle şaştım.
Ben çok yalnız büyüdüm ve çok yükseğe çıktım.
Bekliyorum, neyi bekliyorum ki, neye acıktım?
Bulutların tahtı bana çok yakın diyorum.
İlk çakacak şimşeği bekliyorum.