20 Ocak 2009 Salı

Şiddetin Mitolojisi





Don Kişot Yayınlarından çıkan Veysel Ataman'ın derlediği ' Şiddetin Mitolojisi' isimli kitap, çok geniş kapsamlı psikolojik açılımlar ve derin felsefi görüşler ile yakın sinema tarihimizin dahi yönetmenlerinin kilit noktalarına ışık tutuyor.

'Film, bir araç olarak en verimli varoluşunu, kendinden yola çıkarak' lar da yaşamakla kalmaz; filmin sözlü / yazılı dile teslim oluşunun en masum biçimidir.' Diyor Veysel Ataman önsözünde.

Bu kitapta filmlere dair görüş ve yorumlar, şiddetin mitolojisi, mekanizmaları, uçurumları, trajikomiği, belgeleri, yapıları gibi metaforik ya da karakterize edici kavramlarla sınıflandırılıyor.

Şiddet, zorbalık, cinayet ve vahşet ile bunun sinemada, medyada; katılarak ya da eleştirerek ve hatta ironize edilerek, mitoslaştırılarak gösterilmesi sonucunda, bunların toplum üzerindeki etkileri üzerinde durmayan kitapta, şiddetin özüne çekirdeğine inmemiz ve aslında şiddetin kaynağının televizyon olduğunu, yanı başımızda duran bu renkli, ışıklı kutunun aslında başımıza neler açabileceğini gösteriyor.

'Şiddetin Mitolojisi' inde Sergio Leone, Martin Scorsese, Oliver Stone, Stanley Kubrick, David Lynch ve Quentin Tarantino' nun eserlerini ve delilik ile dahilik arasında gidip gelen karakterleri üzerinde derin ve tatmin edici açıklamalar bulunuyor.

Şiddeti ticari meta haline getirenlerden farklı olarak, en az onlar kadar kullanır görülen, bu yüzden de sürekli eleştirilerin hedefi olan, ama bunu yaparken de şiddeti (dehşeti / zorbalığı) ticarileştiren o büyük öbek karşısında, tam da tersine şiddeti sorgulayan yönetmenler işte kitapta bahsi geçen yönetmenlerdir kanımca.

Kitapta ele alınan filmlerin bir başka ortak özelliği de, yapıtların deşifre edilmesidir. Böylelikle estetik sistemler her deşifre edilmelerinin ardından yeniden gelişirler. Bu durum, özellikle de seyircinin durmadan filme katılmasını, çözme işine el atmasını ön görür.

Seyirciye bu bağlamda ihtiyacı olan filmlerdir postmodern filmler. İçerik artık öykünün biçimi içine gizlenmez; plot' un kendisi bir yapı - bozum sürecine tabi kılınır. Böyle olunca da o geleneksel yüzey ile çekirdek arasındaki ayrım ilişkisi de çöker. Bir başka deyişle rüyanın görünürleşmiş ( manifest ) içeriği ile gizli, örtük ( latent ) içeriği arasında ayrımdır bu.

Aniden sürreal bir epizot doğurabilir veya tam terside olabilir.

İşte bu kitapta ele alınan sanat yapıtları şizofren bir bilinçaltının eseridir. Birbirinin içinden geçen sarmal karakterler, doğumunu tamamlayamamış cenin öyküler, katharsis durumunda evrilen yönetmenler ve olan biteni dışarıdan izleyen seyirciler.

Söyleyin sinema olmasaydı, başka hayatlara bakarken ki gören gözün hakimiyetini nasıl elde edebilirdik?..